KBB-Forum 2002 , Cilt 1 , Sayı 1

FRONTAL SİNÜS KOLESTEATOMU

Dr. Sinan ATMACA, Dr. Ozan Bağış ÖZGÜRSOY, Dr. İrfan YORULMAZ, Dr. Muharrem GERÇEKER
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye

Özet

Frontal sinüs kolesteatomları nadir görülen, paranazal sinüslerin diğer inflamatuar (mukosel, pyosel, mukus retansiyon kisti gibi) ve neoplastik (fibrom, osteom, malign tümörler gibi) lezyonlarından klinik ve radyolojik olarak ayırıcı tanısı zor olan lezyonlardır. Bu tebliğde iki frontal sinüs kolesteatom olgusu sunulmuş ve lezyonların özellikle radyolojik bulgularının diğer paranazal sinüs lezyonlarından ayırıcı tanısı ve cerrahi tedavi üzerinde durulmuştur. Frontal sinüs kolesteatomları konvansiyonel radyogramlarda düzgün kenarlı kemik erozyonu ve bilgisayarlı tomografide (BT) kontrast tutulumu olmaması ile paranazal sinüs neoplazilerinden ayırdedilebilir; ancak BT ile mukosel ve kolesterol granülomlarının ekarte edilmeleri mümkün değildir. Kolesteatom ile en fazla karışan patolojilerden biri olan kolesterol granülomları, manyetik rezonans görüntülemede T1 ağırlıklı kesitlerde kolesteatomların hipointens, granülomların ise hiperintens sinyal vermeleri ile ayırdedilirler. Kolesteatom - mukosel ayrımı ise, mevcut görüntüleme yöntemleri ile mümkün değildir. Frontal sinüs mukoseli tanısı konulan hastalarda, düşük olasılıkla da olsa, frontal sinüs kolesteatomu da akılda tutulmalıdır. Kolesteatom vakalarında cerrahi sınırların daha geniş olacağı düşünülürse, bu vakaların cerrahi hazırlığı, tahmin edilenden daha geniş sınırları içerecek şekilde yapılmalıdır. Frontal sinüs kolesteatomlarının tedavisinde tek seçenek cerrahidir ve cerrahinin temel prensibi, kolesteatom matriksinin nüksü önleyecek şekilde bir bütün olarak çıkarılmasıdır.

Giriş

Frontal sinüs kolesteatomları nadir görülen, diğer inflamatuar ve neoplastik lezyonlardan klinik ve radyolojik olarak ayırıcı tanısı zor olan lezyonlardır. Keratom, keratokist, epidermoid kist ve kolesterol granülomu olarak da adlandırılan kolesteatomlara, insan vücudunda çoğunlukla temporal kemikte, daha nadir olarak da böbrek, testisler, cilt, meme, orbita, santral sinir sistemi, mandibula ve paranazal sinüslerde rastlanmaktadır. İlki 1916 yılında Haeggstrom tarafından olmak üzere, dünya literatüründe paranazal sinüslere ait bildirilen kolesteatom sayısı 50’nin altındadır. Paranazal sinüs kolestetaomları en sık frontal sinüste, daha sonra etmoid ve maksiller sinüslerde bildirilmiştir [1].

Paranazal sinüs kolesteatomlarının tanısı genellikle operasyon esnasında konur. Pre-operatif klinik ve radyolojik bulguları, ayırıcı tanıda dikkate alınması gereken paranazal sinüslerin diğer inflamatuar (mukosel, pyosel, mukus retansiyon kisti gibi) ve neoplastik (fibrom, osteom, malign tümörler gibi) lezyonları ile benzerlikler gösterir [1-3]. Tedavi edilmezse; yüzde şekil bozukluğu, körlük, karsinomatöz dejenerasyon ve ölüme neden olabilir [1,4]. Frontal sinüs kolesteatomlarının tedavisinde cerrahi, mutlak seçenektir. Kolesatetatomun tamamen çıkarılması, drenajın sağlanması ve düzenli kontrol muayeneleri ile rezidü, nüks ve komplikasyonların önlenmesi mümkündür.

Bu makalenin amacı, iki frontal sinüs kolesteatom olgusunu sunmak ve lezyonun özellikle radyolojik bulgularının diğer paranazal sinüs lezyonlarından ayırıcı tanısını vurgulamaktır.

Olgu Sunumu

Olgu 1:

24 yaşında erkek hasta, Eylül 1997 tarihinde, sol üst göz kapağında ve yüzün sol tarafında, özellikle son 1 aydır belirgin artış gösteren şişlik ve ağrı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde, sol üst göz kapağında ödem ve eritem izlendi; nazal kavitede patolojik bulgu yoktu.

Paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi (PNS-BT) incelemesinde; solda frontal sinüsü tamamen dolduran, üstte lateralde sinüs duvarını erode eden, altta yine orbita tavanını destrükte ederek orbitayı invaze eden ve solda etmoid hücreleri tutan lezyon izlendi (Şekil 1). Hastanın kranial manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde; solda frontal sinüs içerisinde, orbita tavanını destrükte ederek orbita yağ dokusu içerisine minimal uzanım gösteren, T1 ağırlıklı kesitlerde hipointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens sinyal karakterine sahip lezyon izlendi (Şekil 2, 3). Bu görüntüleme özellikleri ile lezyon frontal sinüs mukoseli olarak değerlendirildi.

Hastaya genel anestezi altında, bikoronal insizyon ile osteoplastik fleple frontal sinüzotomi operasyonu uygulandı. Periost flebi devrildikten sonra, Caldwell grafisinden hazırlanan hiperpnömatize olan frontal sinüsün şablonu referans alınarak osteotomi sınırları belirlendi ve osilasyonlu testere yardımıyla frontal sinüs ön duvarı flebi kaldırıldı. Sol frontal sinüs mukozasının ödemli ve hipertrofik olduğu, sinüsün püy ve beyaz, peynir kıvamında debris ile dolu olduğu gözlendi. Lezyonun frontal sinüs kolesteatomu ile uyumlu olduğu düşünüldü. Superior orbital rim ve orbita üst duvarının erode olduğu, keratinize epitel matriksin üst göz kapağı lateralinde lakrimal beze kadar ilerlediği görüldü. Sol frontal sinüs mukozası, püy ve debris temizlenerek sol frontal reses görüntülendi. Ardından, epitel eliminasyonunu sağlamak amacıyla sinüs duvarları elmas tur yardımıyla sert kemiğe ulaşılana dek turlandı; kolesteatom matriksi, üst göz kapağına olan uzantısı da takip edilerek lakrimal bezin lateral kısmıyla birlikte total rezeke edildi. İnterfrontal septum rezeke edilerek frontal sinüs tek bir boşluk haline getirildi. Bu boşluk, karın bölgesinden alınan serbest subdermal yağ dokusu grefti ile oblitere edildi. Frontal sinüs ön duvarı, titanyum mikroplak ve vidalarla kalvariuma tespit edildi. Spesimenin histopatolojik tanısı ‘kolesteatom’ olarak rapor edildi. Post-operatif seyri normal olan hastanın 3,5 yıllık takibinde klinik ve radyolojik olarak residü ya da nüks bulgusuna rastlanmadı.

Olgu 2:

67 yaşında erkek hasta Ekim 2000 tarihinde, burun üzerinde, sağ göz çevresinde ve alnın sağ tarafında 10 aydır artış gösteren şişlik ve sağ gözde görmede progresif azalma şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde; sağ frontal bölgede kaş üzerinden başlayıp sağ göz küresini laterale iten, sağda nazal dorsuma ve yanağa uzanan ağrısız, lastik kıvamında, 4x3 cm’lik fikse kitle, sağ gözde proptozis ve her iki nazal kavitede alt ve orta konkalarda yaygın polipoid dejenerasyon görüldü. Sağ nazal kavitede, polipoid dejenerasyon gösteren orta konkanın lateralinde frontal resese uzanan beyaz renkli peynir kıvamında debris görüldü ve kolesteatomdan şüphelenildi.

Hastanın PNS-BT’sinde; sağda frontal sinüsü tamamen tutan, üstte sinüs kemik duvarını erode ederek frontal loba uzanan, altta yine sinüs duvarını erode ederek orbitayı ve sağda etmoid hücreleri tutan kitle izlendi (Şekil 4). Beyin-orbita-yüz MRG’sinde; sağ frontal sinüsü tamamen dolduran, frontal sinüs ön, alt ve arka kemik duvarlarını erode ederek önde alın bölgesinde ciltaltına, altta orbita supero-medialine ve etmoid hücrelere, arkada frontal loba bası yapacak şekilde epidural mesafeye ilerleyen, T1 ağırlıklı kesitlerde hipointens, T2 ağırlıklı kesitlerde hiperintens sinyal karakterli kitle görüldü (Şekil 5, 6).

Sağ orta meatustaki debris örneklerinin histopatolojik incelemesi ‘amorf aselüler materyal’ olarak rapor edildi. Debrisin bakteri kültüründe, koagülaz negatif stafilokok, pnömokok ve az miktarda P.aeruginosa üredi.

Hastaya genel anestezi altında, bikoronal insizyon ile müdahale edildi. Periost flebi devrilirken sağ orbita superiorunda frontal kemikte defekte rastlandı. Disseksiyon nazal dorsuma doğru ilerletilirken , sağ orbita medialini, frontal sinüsü, sağ etmoid hücreleri ve sağ nazal kavite superior kısmını dolduran beyaz renkli, peynir kıvamında debris içeren keratom izlendi. Bifrontal kraniotomi yapılarak tamamen ekstradural olan bu doku, sağda orbita tavanı periostundan, frontal lob durasından ve nazal septumdan sıyrılarak çıkartıldı. Frontal bölgedeki kemik defekti kraniotomi ile çıkarılan kemik parçasından hazırlanan iç tabula split kalvarial kemik grefti ile kapatıldı. Frontal sinüs kavitesi, serbest abdominal subdermal yağ dokusu grefti ile oblitere edildi ve üzeri galea-periost flebi ile örtüldü. Daha sonra endoskopik yöntemle her iki nazal kavitedeki polipler ve polipoid dejenerasyona ugramış orta konka ön uçları rezeke edildi ve etmoidektomi yapıldı. Histopatolojik inceleme ‘sinüzal polip ve kolesteatom’ olarak rapor edildi. Hastanın 6 ay sonra yapılan muayenesinde rezidü ve nüks lehine bulgu saptanmadı.

Birinci olgunun solda frontal sinüsü tamamen dolduran, üstte lateralde sinüs duvarını erode eden, altta orbita tavanını destrükte ederek orbitayı invaze eden ve solda etmoid hücreleri tutan lezyonuna ait koronal paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi kesiti.
Birinci olgunun solda frontal sinüs içerisinde orbita tavanını destrükte ederek orbita yağ dokusu içerisine minimal uzanım gösteren, hipointens sinyal karakterine sahip lezyonuna ait T1 ağırlıklı aksiyel manyetik rezonans görüntüleme kesiti.
Birinci olgunun hiperintens sinyal karakterine sahip lezyonuna ait T2 ağırlıklı aksiyel manyetik rezonans görüntüleme kesiti.
İkinci olgunun sağda frontal sinüsü tamamen tutan, üstte sinüs kemik duvarını erode ederek frontal loba uzanan, altta yine sinüs duvarını erode ederek orbitayı ve sağda etmoid hücreleri tutan kitlesine ait koronal paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi kesiti.
İkinci olgunun sağ frontal sinüsü tamamen dolduran, frontal sinüs ön, alt ve arka kemik duvarlarını erode ederek önde alın bölgesinde ciltaltına, altta orbita supero-medialine ve etmoid hücrelere, arkada frontal loba bası yapacak şekilde epidural mesafeye ilerleyen, hipointens sinyal karakterine sahip lezyonuna ait T1 ağırlıklı aksiyel manyetik rezonans görüntüleme kesiti.
İkinci olgunun hiperintens sinyal karakterine sahip lezyonuna ait T2 ağırlıklı aksiyel manyetik rezonans görüntüleme kesiti.

Tartışma

Frontal sinüs kolesteatomlarına nadir rastlandığından, frontal kitleli hastaların preoperatif değerlendirmesinde ilk akla gelen ön tanılar arasında kolesteatom genellikle yer almamaktadır. Benzer semptomlar ve radyolojik özellikler göstermesi ve daha sık rastlanması nedeniyle mukosel daha öncelikli olarak akla gelmektedir. Bu makalede takdim edilen iki hastanın da preoperatif radyolojik değerlendirilmeleri mukosel lehine yorumlanmıştır. Kolesteatomu taklit edebilecek diğer olası lezyonlar; kolesterol granülomu, fibromlar, malign tümörler, osteomlar ve metastatik tümörlerdir.

Semptomlar, kolesteatomun aşındırıcı ve kitle bası etkisine bağlı ortaya çıkar. Sık görülen belirtileri, alında şişlik, proptozis, görmede azalma, diplopi, başağrısı, burun tıkanıklığı ve burun akıntısıdır. Ancak bu semptomlar, başta mukosel olmak üzere ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken diğer lezyonlarda da görülebildiğinden, ayırdedici nitelik taşımazlar.

Fizik muayenede; frontal bölgede veya gözde şişlik, proptozis görülebilir. Frontal kolesteatomlar palpasyonla ağrısız ve lastik kıvamındadırlar; ancak, bu bulguların hiçbiri kolesteatomu ayırdettirecek nitelikte değildir. Bu makalede sunulan ikinci olguda olduğu gibi, ancak muayenede nazal kavitede debris görülürse kolesteatom tanısının preoperatif dönemde koyulması mümkün olabilir.

Kolesteatom, konvansiyonel grafilerde keskin sınırlı, yuvarlak kemik defekti olarak kendini gösterir. Kemik erozyonu, etmoid hücrelerde, frontal sinüs ön ve arka tabulalarında ve supraorbital çerçevede olabilir. Bu konvansiyonel radyolojik bulgular ayırıcı tanıda önemsizdir; çünkü, aynı bulgulara mukosel ve diğer frontal sinüs tümörlerinde de rastlanabilir. Kolestetaomlar, bilgisayarlı tomografi’de (BT), keratin içermesi nedeniyle kontrastlı ve kontrastsız incelemelerde beyine oranla daha düşük dansiteye sahiptirler; düzgün kenarlı ve homojen yoğunlukta bir kitle şeklinde görünürler. Magnetik rezonans görüntüleme’de (MRG) T1 ağırlıklı kesitlerde, ihmal edilebilir ya da çok düşük yoğunluklu sinyal verirken, T2 ağırlıklı kesitlerde yüksek yoğunluklu sinyaller verirler; intravenöz Gd-DTPA ile kontrast tutulumu yoktur.

Kolestetaom, BT’de pürüzsüz kemik erozyonu ve kontrast tutulumu olmaması ile paranazal sinüs neoplazilerinden ayırdedilebilir; ancak BT ile mukosel ve kolesterol granülomlarının ekarte edilmesi mümkün değildir. Kolesteatom ile en fazla karışan patolojilerden biri olan kolesterol granülomları, T1 ağırlıklı kesitlerde kolesteatomların hipointens, granülomların ise hiperintens sinyal vermeleri ile ayırdedilir. Mevcut görüntüleme yöntemleri ile pre-operatif değerlendirmede kolesteatom-mukosel ayrımını yapmak mümkün değildir (Tablo 1).

Frontal sinüs mukoseli tanısı konulan hastalarda, düşük olasılıkla da olsa, frontal sinüs kolesteatomu da akılda tutulmalıdır. Kolesteatom vakalarında cerrahi sınırların daha geniş olacağı düşünülürse, bu vakaların cerrahi hazırlığı, tahmin edilenden daha geniş sınırları içerecek şekilde yapılmalıdır. Frontal sinüs kolesteatomlarının tedavisinde tek seçenek cerrahidir. Cerrahinin temel prensibi, kolesteatom matriksinin nüksü önleyecek şekilde bir bütün olarak çıkarılmasıdır. Frontal sinüse yönelik açık cerrahi için en uygun yaklaşım şekli olan bikoronal skalp insizyonu ve osteoplastik fleple kolesteatom çıkarıldıktan sonra, üzerinde kalan epitel hücrelerini tamamen ortadan kaldırmak için kemik yüzey tur yardımıyla traşlanmalıdır. Kolesteatomun frontal sinüs arka tabulasını aşındırıp dura ile temasta olduğu durumlarda, dura dış yaprağı kısmen veya gerekiyorsa tam katlı rezeke edilip dura onarımı yapılmalıdır. Kolesteatom kitlesinin çıkartılmasını takiben oluşan frontal bölgedeki potansiyel boşluk serbest yağ grefti ile oblitere edilmelidir.

Temporal kemik kolesteatomlarında olduğu gibi, frontal sinüs kolesteatomlarının oluşum şekli de kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda öne sürülen teorilerde fetal inklüzyonlar, migrasyon, metaplazi ve implantasyon suçlanmıştır [1-5]. Özgeçmişinde frontal sinüs cerrahisi, veya penetran travması bulunmayan hastalarda implantasyon mekanizmasının geçerliliği söz konusu değildir. Temporal kemik için mantıklı görünen migrasyon mekanizması, frontal sinüsü döşeyen respiratuar epitelin keratinize yassı hücreli epitel ile komşuluğu bulunmadığı için frontal sinüste pek muhtemel değildir. Kronik inflamasyon zemininde gelişen yassı hücreli metaplazi, veya fetal ektodermal inklüzyonlar, frontal sinüs kolesteatomları için en olası görünen oluşum mekanizmalarıdır. Bu makalede sunulan ikinci olguda nazal mukozada bulunan yaygın polipoid dejenerasyon varlığı, olası mekanizma olarak primer polipoid dejenerasyon zemininde gelişen yassı hücreli metaplaziyi düşündürmektedir. Ancak bunun tam aksine, polipoid dejenerasyon, frontal kolesteatomun neden olduğu sekonder inflamasyona bağlı gelişmiş olması da mümkündür. Sunulan birinci olguda frontal sinüs dışında inflamatuar değişikliklerin olmaması, kolesteatom gelişmesinde fetal inklüzyon olasılığını daha güçlü düşündürmektedir. Operasyonlar esnasında kolesteatomların oluşum mekanizmalarını kesin aydınlatabilecek başka herhangi bir ipucuna rastlanmamıştır.

LEZYONLARIN MRG BULGULARI